Japonya savaşta aldığı yenilgi sonrasında, işgal orduları tarafından yönetilen zayıf bir ülkeydi. Morihei Ueshiba, eşi Hatsu ile birlikte emekliliğini geçirdiği ve “resmi olarak” 1942 yılında yerleştiği Iwama köyünde yaşamaktaydı. Ueshiba ailesi, burada ipekböceği ve pirinç işiyle uğraşarak, sade bir hayat sürüyor ve yanlarında da, Ueshiba ile Aikido çalışan yatılı veya aynı çevreden gelen diğer bir kaç öğrenci onlara yardım ediyordu.
Ueshiba altmışlarına gelmiş, yıllardır yaptığı çalışmaların sonucunda kuvvetli bir vücuda sahipti. Uzun yıllardır sürdürdüğü ağır eğitim temposundan kurtulduğu için, kendi kişisel çalışmalarına ve münzevil yaşam tarzına çok daha fazla vakit ayırabilmeye başlamıştı. Ueshiba’nın savaştan önce on binlerce öğrenciye ders vermiş olmasına rağmen, savaş sonrası tablo sonucunda yanında ancak bir kaç takipçisi kalmıştı. Müttefik Kuvvetlerce savaş sanatları yasaklanmıştı, ancak bu yasak kırsal bölgelerde tam olarak uygulanamıyordu. Hatta Ibaragi Bölgesi’nde pek de önemsenmemişti. Savaş sonrası bu ilk yıllarda, Müttefik Kuvvetlerin bu yasağı nedeniyle, Morihei Ueshiba yaşadığı çiftliğe, burada yapılan çalışmalara dikkat çekmemek için, “Aiki Çiftliği” adını vermişti.
O-Sensei, Saito Sensei (1950lerin başı)
1946 yazında, on sekiz yaşında ince yapılı bir genç adam, Morihiro Saito, Ueshiba’nın yanına geldi. Saito, 31 Mart 1928’de Ueshiba’nın dojosuna bir kaç kilometre uzakta, küçük bir köyde dünyaya gelmişti. Her Japon genci gibi, o da feodal Japon savaşçıları Matabe Goto ve Jubei Yagyu’ya hayrandı. Japonya’da savaş öncesi ve sonrası erkekler için judo ve kendo bilmemek ayıp sayılıyordu. Hatta, bu sanatlar okul eğitim müfredatında bile yer alıyordu. Genç Saito da, okulda kendo çalışmasını seçmişti.
İlk gençlik yıllarında ise Saito, Tokyo’nun bir bölgesi olan ve aynı zamanda çalıştığı Meguro’da, Shito-Ryu Karate eğitimi de aldı. Saito Japon Demiryollarında çalışmaya başladığı ve bu sebeple Ibaragi Bölgesi’ne taşındığı için, bu karate çalışmalarına devam edemedi. Saito bundan sonra, judo çalışmaya karar verdi. Eğer hem karate hem de judo eğitimi alırsa herhangi bir kavgada hiç korkusu olmayacağını düşünüyordu. Judo, yakın dövüşte iyiydi. Karate ise tekme atma becerisinin geliştirilmesi sayesinde kendoya göre daha avantajlıydı.
Saito, savaş sanatlarındaki bu ilk çalışmalarını ve judo’yu neden beğenmediğini şöyle anlatmıştır:
Karate okulu bayağı sessizdi. Ancak, judo dojosu her tarafta çocukların koşturduğu bir eğlence parkı gibiydi. Bu da, judodan sıkılmamın sebeplerinden biriydi. Ayrıca, bir kavgada, kişi istediği zaman tekme atabilir, karşısındakini yaralayabilir, ama bir judocunun böyle bir saldırıya karşı savunması yoktur. Bu nedenle de judo beni tatmin etmiyordu. Bunun dışında, kıdemli öğrenciler kendi çalışmalarında daha tecrübesizleri yere atmak için kullanıyorlardı. Ancak keyifleri yerindeyse, kıdemsizlerin onları yere atmalarına müsaade ediyorlardı. Onları bencil, küstah ve saygısız buluyordum.
Morihiro’nun savaş sanatları hakkındaki düşüncesi kısa süre sonra köklü bir değişim geçirmiştir. Bunun nedeni ise, halk arasında dolaşan dedikodulara bakılırsa gizemli bir savaş sanatını çalışan, ince ve beyaz bir tutam sakalı olan yaşlı bir adamla karşılaşmasıydı. Bundan yıllar sonra Saito, Morihei Ueshiba’yla ilk karşılaştığı anı şöyle anlatacaktır :
İwama yakınlarında, bazı garip teknikler çalışan yaşlı bir adamdan bahsediyorlardı. Bazıları onun karate yaptığını söylerken, judo öğretmenim bana, bu adamın sanatının “Ueshiba-ryu judo” olduğunu söylemişti. Orası korkutucu bir yerdi ve ben de oraya gitmeye korkuyordum. Bu yer hakkında içimde çok garip bir duygu vardı. Tekin bir yer değildi. Yine de, birkaç arkadaşımla birlikte oraya gidip bir göz atmaya karar verdik. Buna rağmen arkadaşlarım cesaretsiz çıktılar ve gitmekten vazgeçtiler. Ben de tek başıma gittim.
Mevsim yazdı ve sıcaktı. Dojoya sabah vakti varmıştım. O-Sensei sabah çalışmasını yapıyordu. Minoru Mochizuki, beni O-Sensei’nin birkaç öğrencisiyle birlikte çalışma yaptığı yere götürdü. Burası, dojonun bugün “altı tatami minderli oda” denilen salonuydu. Ben otururken O-Sensei ve Tadashi Abe içeri girdiler. O-Sensei tam oturacakken Abe, hemen bir yastık getirdi. O-Sensei’ye yardım etmek için gerçekten de hızla hareket ediyordu. Sensei bana bir göz attı ve “Neden aikido öğrenmek istiyorsun?” diye sordu. Eğer bana öğretmek isterse benim de öğrenmeyi çok isteyeceğim şeklinde bir yanıt verdiğimde ise “Aikido’nun ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Ama benim, aikido’nun ne olduğunu bilmemin imkanı yoktu. O zaman Sensei, “Sana bu savaş sanatı sayesinde topluma ve insanlara hizmet etmeyi öğreteceğim” dedi.
Bir savaş sanatının topluma ve insanlara nasıl hizmet edebileceği hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Ben sadece güçlü olmak istiyordum. Bunu şimdi anlıyorum fakat o sırada, neden söz ettiği konusunda hiç fikrim yoktu. Sensei, “toplumun ve insanların yararı için” dediğinde, bir savaş sanatının bu amaca nasıl hizmet edebileceğini gerçekten merak etmiştim, fakat yine de dojoya kabul edilmeyi çok istiyordum. Biraz gönülsüzce de olsa, “Evet, anlıyorum,” dedim.
Sonra, dojoda, yerde oturup gömleğimin kollarını kıvırırken kendi kendime şunları düşündüm, “Eh, buraya kadar o kadar yol geldiğime göre en azından birkaç teknik öğrenebilirim.” O-Sensei, “Kalk ve bana yumruk at!” dedi. Ben de ona vurmaya kalkıştım ve yere yuvarlandım. Buna kotegaeshi mi yoksa başka bir tekniğin mi neden olduğunu bilmiyorum, fakat yere fırlatılmıştım. Sonra, “Kalk ve bana tekme at!” dedi. Ona tekme atmayı denediğimde, beni rahatça yere devirdi. Daha sonra da “Kalk ve beni yakala!” dedi. Onu judo tarzında yakalamayı denedim ama yine nasıl olduğunu anlayamadan yere fırlatıldım. Elbisemin kolları ve pantolonum yırtılmıştı. Sensei ise, “Eğer hoşuna gittiyse gel ve çalış,” dedi ve beni minderde öylece bıraktı. Kabul edildiğimi düşünerek rahatladım.
"TAKEMUSU AIKI"
Saito Sensei'nin kaligrafisi
Ueshiba’nın genç Saito’yu öğrenci olarak kabul etmiş olmasına rağmen, dojodaki daha kıdemli öğrenciler onun kararlılığını denemeye devam etmişlerdir. Saito, eğitiminin ilk zamanlarında çektiği ağrı ve acıları, bu acıları çekmektense “bir kavgada dayak yemeyi” nasıl tercih edeceğini hiç unutmadı. Hatta bir keresinde, kendisiyle alay edilmesin diye sakatlanan bir yerini koruyan bandajı çıkarmak zorunda kalmıştı. Eğer yüzünde en ufak bir acı ifadesi belirse, kıdemli öğrenciler bedeninin o bölgesine daha da fazla yüklenerek ona acı vermekten çekinmezlerdi. Fakat kısa süre sonra, azimli genç Morihiro ne kadar hırslı olduğunu kanıtladı ve kıdemli öğrencilerin saygısını kazandı. Koichi Tohei ve Tadashi Abe gibi kişilerin kendisine nasıl ders verdiklerini her zaman minnetle hatırladı.
Kurucunun, İwama’daki öğretim yöntemleri, savaş öncesi yıllardaki yaklaşımından çok farklıydı. Önceki yıllarda, bir teknik sadece birkaç kez gösterilir ve çok az açıklama yapılır veya hiç yapılmazdı. Sonra da, öğrencilerin bu hareketleri taklit etmeleri beklenirdi. Bu savaş sanatlarındaki geleneksel eğitim tarzıydı ve öğrenciler ellerinden gelenin en iyisini yaparak öğretmelerinin tekniklerini “kapmaya” çalışırlardı. Ama artık Ueshiba, tüm enerjisini sadece birkaç yakın öğrencisi ile birlikte kişisel arayışına adama ve öğretme lüksüne sahipti.
Geriye dönüp baktığımda, kurucunun beyninin tıpkı bir bilgisayar gibi çalıştığını düşünüyorum. Çalışma boyunca, O-Sensei, geliştirdiği ve kendisi için sistemli ve organize bir hale koyduğu teknikleri öğretirdi. Bir tekniği öğrenirken buna bağlı teknikleri de sistemli bir şekilde öğrenirdik. Eğer oturarak yapılan tekniklerle başlamışsak, sadece bunu yapmaya devam eder, birbiri ardına teknikleri çalışırdık. Eğer çift eli kavramakla ilgili bir teknik göstermişse, sonraki teknikler de aynı tür tutuşla başlardı. O-Sensei, bize tekniklerin, iki, üç ya da dört aşamasını da öğretirdi. Önce temel formla başlar sonra aşama aşama ilerler ve sonunda da en ileri düzey formu gösterirdi. Kurucu, her ayrıntının doğru olması üzerinde dikkatle dururdu. Yoksa o teknik doğru yapılamazdı.
Kıdemli ve yeni başlayan öğrenciler beraber çalışırlardı. Teknik önce yeni başlayanlara uygulanırdı. Kıdemli öğrenciler, tekniği sağdan ve soldan yapıp da yeni başlayan öğrencilere sıra geldiğinde ise, bir sonraki tekniğe geçilmesinin zamanı gelmiş olurdu. O dönemde O-Sensei’nin fazla öğrencisi olmadığı için, O-Sensei herkesi en az bir kere atardı. Bazen, kıdemli öğrencilerden bazıları O-Sensei ile çalışırken, biz de Sensei’nin bize öğretmesi için sıramızı beklerdik.
Saito’nun, Japon Demiryolları’ndaki işi, aikido eğitimi göz önüne alındığında ona çok iyi bir ortam sağlamaktaydı. Yirmi dört saat çalışıp, yirmi dört saat boş olması sayesinde zamanının büyük bölümünü Ueshiba’nın dojosunda geçirme fırsatını yakalıyordu. Bunun sonucunda da kendisine, normalde yatılı öğrenciler için ayrılan sabah seanslarına katılma izni verilmişti.
Bu sabah çalışmaları, Aiki Tapınağı’nın sunağı önünde dik bir şekilde oturarak yaklaşık kırk dakika kadar dua etmekten ve bunun ardından da, eğer hava durumu izin verirse silah eğitiminden oluşmaktaydı. Kurucu, hayatının bu dönemini, aiki ken ve jo ile bunların çıplak el teknikleri ile olan ilişkisini incelemeye ayırmıştır. O-Sensei, daha sonradan Saito’nun, aikidonun çıplak el tekniklerini tamamlamak için açıklayıcı bir sistem haline getireceği temel silah formlarını oluşturmaktaydı.

O-Sensei bize sadece kalkıp ona vurmamızı söylerdi. Kılıç çalışması böyle başlardı. Çocukken kendo çalıştığım için bir şekilde bu durumla baş çıkmanın yolunu bulmuştum. Bir keresinde bana, tanren-uchi ya da kılıçla kesme çalışması için bir tezgah ya da masa hazırlamamı istedi. Ben de biraz ağaç toplayıp bir tezgah yaptım. Fakat O-Sensei, bunu görünce öfkelendi ve tahta kılıcı ile bu tezgahı kırdı. Bana “Bu türde ince tahta işe yaramaz!” dedi.
Bir şeyler düşünmeliydim. İki kalın ağaç parçasını kestim, bunları birbirine çivi ile tutturup sıkıca bağladım. Sensei, bunu yaptığım için beni tebrik etti. Yine de bu tezgah bir haftadan kısa bir süre dayandı. Ben de bir hafta sonra yeni bir çalışma tezgahı yapmak için daha fazla ağaç kesmeye gittim. O günlerde tepelerde pek çok ağaç vardı. Ahşap kılıçla çalışma yapmak için böyle bir düzenleme yapıyorduk....
Eğitim ilerledikçe, şimdi ichi no tachi, ilk eşli kılıç çalışması dediğimiz çalışmayı öğrendik. O-Sensei, üç ya da dört yıl boyunca bize bu tekniği öğretti. Tek yaptığımız şey, tükenene ve ayakta duramayana dek vurmaya devam etmekti. Artık kolumuzu kıpırdatamayacak hale geldiğimizde, Sensei bu kadarının yeterli olduğunu işaret eder ve gitmemize izin verirdi. Her gün sabah çalışmasında tek yaptığımız buydu. Son yıllarda ise, Sensei beni neredeyse özel olarak eğitmeye başlamıştı.
O yıllarda Japonya’ya hakim olan yoksuluk, İwama Dojosu’ndaki az sayıdaki öğrencinin de eğitime devam etmesini giderek daha da zorlaştırmıştı. Birer birer, iş ve aile ile ilgili sorumluluk ve zorunlulukları, onların eğitimlerini bırakmalarına neden olmuş ve sonunda sadece birkaç öğrenci çalışmaya gelmeye devam edebilmişti. Morihiro’nun kendini eğitime adamasını ve şevkini gören Ueshiba da özel hayatında ona giderek daha fazla güvenmeye başlamıştı. Sonunda, genç Saito her gün kurucuya hizmet etmeye başladı. Evlendikten sonra bile, Morihiro’nun eğitim için duyduğu tutku hiç azalmadan devam etmişti. Hatta, genç eşi de Ueshiba’lara hizmet etmeye ve O-Sensei’nin yaşlı karısı Hatsu’ya bakmaya başlamıştı.
Sonunda, o bölgeden az sayıda kıdemli öğrenci ile kalmıştık. Ama onlar da evlendikten sonra, işleri yoğun olduğu ve çok çalışmaları gerektiği için dojoya gelemez olmuşlardı. Sensei oradayken, bizi ne zaman yardıma çağıracağını hiç bilemezdik. Komşumuz pirinç dövmek için bizden yardım istemiş bile olsa, eğer Sensei bizi yardıma çağırır ve biz de gitmezsek sonuçları korkunç olurdu!

Sonuçta, öğrencilerin hepsi de ailelerine bakabilmek için, dojoya gelmeyi bıraktılar. Ben dojoya gitmete devam edebiliyordum, çünkü bir gün boş kalıp bir gün çalışıyordum. Bir işim olduğu için şanslıydım. Yoksa, ben de devam edemezdim. O-Sensei’den hiç para almadan
yaşayabiliyordum ,çünkü Japon Devlet Demiryolları bana maaşımı ödüyordu. O-Sensei’nin
parası vardı, fakat o çevredeki öğrencilerin yoktu. Eğer Sensei’ye gelmeye devam etselerdi hiç gelir elde edemezler, ailelerini geçindirebilmek için pirinç yetiştiremezlerdi.
Kurucuya yardım etmek, sadece savaş sanatı öğrenmek için bile olsa son derece ciddi bir işti. O-Sensei kalbini sadece, gün doğumundan gün batana dek ona tarlada yardım eden, kire toza bulanan, sırtına masaj yapan, hayatını riske sokarak ona yardım eden öğrencilerine açardı. Ben de onun istediği gibi biri olduğum için O-Sensei istekle bana her şeyi öğretti.
"AIKIDO"
Saito Sensei'nin kaligrafisi
Kurucu, genç Saito için duyduğu büyük sevgi ve güveni fazlasıyla gösteriyordu. Morihiro, O-Sensei’ye hizmet etme görevini ele aldığında, araziyle ilgili bir anlaşmazlığı onun yararına olacak şekilde çözümledi. Ueshiba’da, Saito’ya kendi arazisi içinden toprak hediye etti. Saito burada evini yaptı ve o, karısı ve çocukları ile bu evde yaşayıp, kurucuya hizmet ettiler.

1950’lerin sonundan itibaren, kurucunun doğrudan gözetimi altında aldığı yoğun eğitim, Saito’yu güçlü bir adama ve Aikikai sisteminin en üst düzey eğitmenlerinden biri haline getirmişti. Ueshiba’nın olmadığı zamanlarda, düzenli olarak İwama Dojo’da ders veriyordu. Ayrıca, Koichi Tohei, aikido öğretmek için Hawaii’ye gittiğinde kendisinden Tohei’nin yerine Utsunomiyo’daki dojosunda ders vermesi istenmişti. 1960’larda, Saito haftada bir kez Tokyo’daki Aikikai Hombu Dojo’da eğitim vermeye başladı. Kurucunun haricinde burada aikido silah eğitimi vermeye yetkili olan tek öğretmen de Saito’ydu. Verdiği dersler, Tokyo dojosundaki en çok sevilen dersler arasındaydı ve Tokyo’daki öğrenciler, yıllarca, Pazar sabahları Saito ile çıplak el ve silah teknikleri çalışmak için dojoda toplanmaya devam ettiler.
Kurucunun 26 Nisan 1969’daki ölümünden sonra Saito, İwama Dojo’nun baş eğitmeni ve ayrıca hemen yanındaki Aiki Tapınağı’nın koruyucusu oldu. Yirmi dört yıl boyunca kendini adayarak kurucuya hizmet etmişti. O-Sensei’nin ölümü ise sadece onun, Ueshiba’nın aikido mirasını bozulmadan korumak konusunda her çabayı göstermeye dair kararlılığını güçlendirmişti.
Yıllar geçtikçe, Saito’nun aikido formu resmi olmayan bir şekilde “İwama stili aikido” olarak adlandırıldı ve Saito Sensei Japonya dışında da, “İwama stili aikido” öğreten geniş bir eğitmen ağı oluşturdu. İwama aikido, sadece çıplak el teknikleri çalışan okullardan farklı olarak hem çıplak el, hem de silah çalışması üzerinde aynı yoğunlukta durulan eğitim ile eş anlamlı hale geldi.
Günümüzde de, yatılı öğrenci (uchi-deshi) sistemi İwama Dojo’da devam etmektedir. Bu yatılı okul sistemi, katılanlara yoğun bir şekilde aikido çalışma ve aiki ken ve jo kullanmayı öğrenme fırsatı tanımaktadır. Son yirmi yıl içinde, kelimenin tam anlamıyla binlerce öğrenci, Saito’dan eğitim almak için Japonya dışından gelmişlerdir. Hatta, sık sık, İwama Dojo’daki yabancı öğrencilerin sayısının, Japon öğrencilerin sayısını geçtiği görülmektedir.
Saito Sensei’nin 13 Mayıs 2002 tarihinde aramızdan ayrılmasından sonra, oğlu Hitohiro Saito Sensei haftada altı günlük eğitim programına devam etmekte, sabahları yatılı öğrenciler için aiki ken ve jo çalışması yapılmakta ve akşamları da çıplak el tekniklerini öğrettiği umumi çalışma yapılmaktadır. Pazar sabahları ise, eğer hava durumu izin verirse, Saito sınıfı dojo dışına çıkarıp, aiki ken ve jo dersi vermektedir.
Belki de Morihiro Saito’nun aikidoda önder bir öğretmen olmasındaki başarısı, bu sanata olan benzersiz yaklaşımında, geleneksel ve yeni olanı bir araya getirmesinde yatmaktadır. Bir yandan, O-Sensei'nin tekniklerinin uygulanması konusunda bıraktığı mirası hiç bozmadan korumada çok kararlı davranmış, diğer yandan da, yüzlerce çıplak el ve silah tekniğini ve aralarındaki bağlantıyı organize bir hale getirip, sınıflandırmada büyük bir yaratıcılık örneği göstermiştir. Dahası, öğrenme sürecini hızlandırmak için modern pedagoji ilkelerine dayanan sayısız eğitim yöntemi ve uygulaması da bulmuştur.

Günümüzün aikido dünyasında, özellikle modern aikido çalışanlar arasında, giderek artan bir şekilde bu sanatı öncelikle bir “sağlık sistemi” olarak görme eğilimi vardır. Pek çok yerde aikido tekniklerinin etkililiği üzerinde çok az durulmaktadır. Çalışmalar, özellikle partnerin katkısı ve yardımı olacak şekilde, senkronize bir dans şeklinde yapılmaktadır. İşte bu çerçeve içinde, Morihiro Saito’nun sanatının gücü ve kesinliği göze çarpmaktadır. Geçmişte Saito Sensei’nin gösterdiği çabalar ve Hitohiro Sensei ile dünya üzerine yayılmış birkaç kendini adamış eğitmenin çabaları sayesinde, aikido hâlâ gerçek bir savaş sanatı olarak görülebilmeye devam etmektedir.